Mobil Uygulama Bağımlılığı Hakkında 10 Şey
Geçtiğimiz haftalarda en çok okunan yazılarımdan ikisi App Detox (Mobil uygulamalarınızı sınırlayın) ve Ekranlar Derin Okuma Yeteneğimizi Köreltiyor oldu. Aslında sürpriz değildi. Çünkü bir çok kişi mobil ekran ve uygulama bağımlılığından şikayetçi ve bu konuda bir şeyler yapmak istiyor.
Bu durumun bir sorun olduğu ise yadsınamaz bir gerçek. Yapılan psikolojik ve davranışsal araştırmalar bu durumu pekala doğruluyor. Bu yazıda da konuyu biraz irdelemek, KernelMag'ın derlediği araştırmalardan çıkan sonuçları paylaşmak istedim.
Konuyu daha hızlı aktarabilmek için tespitleri ve sonuçları sıralı şekilde paylaşalım;
Candy Crash and Capitalism - link
Mobil uygulamalarda ve sosyal ağlarda iki önemli parametre var. İlki uygulamada geçirilen süre, ikincisi kullanıcı sadakati. Uygulama geliştiriciler ve tabi reklamverenler bu iki parametreyi sürekli yüksek tutmak istiyor. Ama bu isteğin kullanıcıların ruhsal ve davranışsal durumunu dikkate alır bir yanı yok. Örneğin hiç bir geliştirici oyunu için bir zaman kısıtlaması getirmiyor. 12 yaşında bir çocuğun veya 50 yaşındaki bi kadının günde 10 saat Candy Crush oynaması geliştircilerinin umursadığı bir şey değil.
Bağımlılık oluşturan uygulamalar için en önemli silahlardan biri anlık bildirimler. Öten veya titreşen telefonlara bakmak artık istem dışı bir hal almış durumda ve California State University'den Dr. Larry Losen, 'Phantom Vibration Syndrome' yani 'Hayali Titreşim Sendromu'nun giderek yaygınlaştığını söylüyor.
Bir diğer silah ise otomatik öğrenme ve A/B testleri. Bu sayede sürekli olarak kullanıcıları bağımlı yani uygulamaya sadık yapacak yeni kombinasyonlar üretiliyor. Raefer Gabriel (Delvv), sosyal ağların dinamik haber akışının otomatik öğrenmeye dayalı, daima güncellenen bilgi yanılsamasını oluşturduğu söylüyor. (Bkz: Facebook'un psikolojik deney özrü)
Yapılan bir araştırmaya göre bizler uygulamaları kendimizi iyi hissetmek için kullanmıyoruz. Kendimizi kötü hissettiren nörotransmitter'lerden kurtulmak istiyoruz. Nöronlar veya bir nöron ile başka bir hücre türü arasında iletişimi sağlayan bu kimyasallar, aslında kaygı ve stres ile bağlantılı.
Dolayısıyla aslında arzu edilene ulaşılarak elde edilen rahatlamanın olmadığı bir bağımlılık söz konusu. Kaygı, davranışların en önemli iyi belirleyicisi olarak görülüyor ve örneğin yatarken telefonu nereye koyduğumuz kaygı seviyemizi ele veriyor.
Raefer Gabriel, teknolojinin beynimizi nasıl değiştirdiği konusunda büyük çaplı araştırmalar yaptıklarını dile getiriyor ve bir kol saatinin e-posta hatırlatıcısı olarak kullanılması konusunda kesinlikle daha fazla araştırma yapılması gerektiğini düşünüyor.
Uyku eksikliği, ruh hali ve kaygı bozuklukları teknolojiyi nasıl kullandığımızla ilişkili. Artık tamamen bilinçli tercihler yapmadığımız ortada ve yapılan bir araştırma bunun sağlığımızı olumsuz etkilediğini gösteriyor. Dr. Larry Rosen, bu araştırmaların yeterli olmadığını, 'çok geç olmadan' mobil teknoloji devriminin sağlığımız üzerindeki etkisinin daha fazla araştırılması gerektiğini söylüyor.
Devon Ryan (Lion Mobile), bu durumun sonsuza kadar böyle gitmeyeceğini, kullanıcı gizliliğinin kullanıcıların eline verilmesi (?) gibi kullanıcı bağımlılığına dair değişkenlerin de zamanla kullanıcı kontrolüne açılacağını tahmin ediyor.
Raefer Gabriel'e göre sorunun özü baskın mentalitede yatıyor ve bunu Silikon Vadisi Düşünce Tarzı olarak adlandırıyor. (Bkz: Belgesel no: 16)
Mobil uygulama geliştiricilerinin oyun ve kumar endüstrisinden öğreneceği daha çok şey olduğunu unutmamak gerekiyor. Özellikle son dönemde gelişen nöro-pazarlama disiplini, nörologlar ile pazarlamacıların arasını günden güne ısıtıyor. Bu da tercihlerimizin tahmin edilebilme olasılığını artırıyor ve hayır deme şansımızı düşürüyor.
Gıda dünyasındaki benzer çelişkileri gösteren 2 okuma önerisi: