Muhammad Ali
Muhammad Ali'yi sevdiğimi bilenler bilir. Seviyorum çünkü Ali sadece dünya şampiyonu bir boksör değildi. O başlı başına bir dava adamı, mükemmel derecede nüktedan ve çok iyi bir hatipti. 1960'larda siyahi ırkçılığına karşı yükselen en gür seslerden biri oldu. Fiziki veya düşünsel karşılaşmalarda inancını dile getirmek konusunda hiç geri adım atmadı.
Normalde boksu ve boksörleri pek sevmem ama Ali'yi seviyorum (Ali sevilmez mi hey dost, deli misin sen?). Çünkü onun dili en az yumrukları kadar hızlı ve korkusuzca çalışıyordu. Hatta bir programda karşısındaki sunucuya;
You can beat me physically but not mentally. (Beni fiziksel olarak alt edebilirsin ama zihinsel açıdan alt edemezsin.)
diyerek fikirlerine ve diline yumruklarından daha çok güvendiğini en çıplak haliyle göstermişti.
Ali'yi anlatmak için buraya ne kadar video ve yazı eklesem az. Çünkü o tekrar tekrar izlenen ve her defasında farklı bir tat veren, yeni bir şey hissettiren bir film gibi. Film demişken, Muhammad Ali'yi anlatan (Ali filmi dahil) her yapımın biraz eksik kalacağını da söylemem lazım. Çünkü Ali'yi kendi dilinden dinlemek bambaşka. Diğer yandan The Trials of Muhammad Ali (Muhammad Ali'nin Davası) adlı belgeselin de hakkını vermem gerek. Bu belgesel Muhammad Ali'nin renkli ve sıradışı kişiliğini şahitler huzurunda gayet güzel anlatıyor. Eğer Ali'yi tanımak isterseniz bu belgeselden başlayın derim. Ben ilk olarak Mubi'de izlemiştim. Dün fragmanını izleyince konu işte bulara kadar geldi.
Yeni Ali'lere ihtiyacımız olan bir dönemde Ali'nin efsane sözlerinden biriyle kapatalım;
Ben Amerika'yım. Tanımadığınız yönünüyüm onun. Alışın bana. Siyah, özgüvenli, kendinden emin... Benim adım bu, sizin değil. Benim dinim sizin değil. Benim amaçlarım sizin değil. Alışın bana.