Mescid-i Aksa Minber Kıssası - Selahaddin-i Eyyubi
“Bir zamanlar Bağdat’ta ünlü bir marangoz varmış. Ömrünün ahir zamanında çok güzel bir minber oymuş. Ama çok güzel. Sedef kakmalı, ceviz ağacından. Alımlı mı alımlı. Her gören onun güzelliğiyle büyüleniyormuş. Güzel minberin nâmı almış yürümüş. Öyle ki Bağdat’a her gelen, marangoza gidip ‘Şu minberi bize sat, falanca camiye götürelim’ diyormuş. Onun cevabı hep aynı, “Bu minber Mescid-i Aksa’da duracak”.
Ahali şaşırıyor tabii, “İyi de Kudüs Haçlı işgali altında”.
Marangoz yüksünmeden hep aynı cevabı veriyormuş;
“Benim elimden gelen bu. Ben zanaatkârım. Minber yontarım. Bir babayiğit de çıksın, Kudüs’ü geri alsın, bu minberi de yerine oturtsun.”
Derken bu minber hikayesinin konuşulmadığı hiçbir şehir kalmamış. Herkes minberin güzelliğini bire beş katarak birbirine anlatırken, aynı hikayeyi 7–8 yaşlarında bir çocuk da işitmiş. Ama o, eserin güzelliğinden ziyade, müessirin vasiyetine kulak vermiş.
Aradan 40 yıl geçmiş ve o minberi durması gereken yere, Mescid-i Aksa’ya yerleştirmiş. Diller onu Selahaddin-i Eyyubi diye anmış…”
Bu kıssa gerçek midir değil mi ayrı tartışma konusu ama bir TV dizisinde anlatılmış en güzel kıssalardan biri olabilir. İzledikten sonra başkalarına da anlattığım için yazıya döküp paylaşmak istedim. Çünkü çoğu zaman bir şeyin güzelliğine veya çirkinliğine takılıyor, kendimizi övgüye veya yergiye kaptırıyoruz. Daha da kötüsü ‘Şunu yapsam ne olacak’ diye hayıflanıp üretmekten vazgeçiyoruz. Oysa ki bu kıssa bir kaç şeyi çok güzel anlatıyor;
1. Yaptığın işi en iyi şekilde yapmaya bakalım. Elbet kıymet veren biri çıkacaktır. İyilik yap denize at misali, balık bilmese de Hâlık bilir. Yeter ki sabredecek gücümüz olsun.
2. İşini iyi yapıyorsan büyük bir hedef koymaktan çekinme. Başkalarının sözleri veya teklifleri seni büyük amacından saptırmasın. Bkz: Mark Zuckerberg’in ilk zamanlar satış tekliflerini reddetmesi.